Mahşerin 4 Atlısı
KARANTİNA GÜNLERİ VE MAHŞERİN DÖRT ATLISI
MEHMET MURAT
Mayıs başındaki
“Tarihin En Büyük Deneyi(mi)ne Tanık Olmak” başlıklı yazımızda, 80 yıldır devam
eden Harvard Büyük Deneyine (The Harvard Grand Study) atıf yaparak, projenin
başkanlarından Robert Waldinger’in araştırmanın 75 yılına ilişkin “İyi
ilişkiler bizi daha mutlu ve daha sağlıklı tutar. Bu kadar.” sözüne yer vermiş
ve yeri geldikçe bu konuya devam edeceğimizi belirtmiştik.
Waldinger’in
değerlendirmelerini birkaç cümle ile hatırlarsak; “Aileye, arkadaşlara, topluma
daha sosyal bir şekilde bağlı olan insanların daha mutlu, bedensel olarak daha
sağlıklı olduğu ve daha uzun yaşadığı anlaşıldı. Öte yandan, yalnız
insanların mutsuz oldukları, sağlıklarının orta yaşların başlarında bozulduğu,
beyin fonksiyonlarının daha erken gerilediği ve daha kısa yaşadıkları
ortaya çıktı.”
İnsan
ilişkilerinde kalite ve mutluluğu destekleyici bir sosyal ortam bu
derece önemli ise karantina günleri bize nasıl bir deneyim yaşattı?
Çağımızın tam bir
haberleşme ve büyük veri (big data) çağı olduğu ve bunun giderek hızlandığını
dikkate alarak, önceki yazımızın başlığında bu sürecin tarihin en büyük
deney(im)lerinden biri olabileceğini ima etmiştik.
O günden beri, bu
sürece ilişkin çeşitli disiplinlerden uzman ve bilim adamlarına ilişkin
değerlendirmelerini izlemeye çalıştım. Değerlendirmeler
kabaca (neredeyse her konuda olduğu gibi :)), “hiçbir şey eskisi gibi
olmayacak” ile “insan alışkanlıklarına bağlıdır, karantina sonrası her şey
neredeyse aynı şekilde devam eder” olmak üzere iki uçta toplanabilir.
“Değişen bir şey
olmayacak” görüşü için söylenecek bir şey yok, gerçekten hiçbir şey
değişmeyebilir. Asıl iddialı olan görüş (hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı)
ise iyimser ve kötümser, yani ütopya ve distopya gibi geniş bir yelpazade yer
alacak argümanlar içeriyor. İşte bu günler, böylesi bir yol ayrımı varsa
önümüzde gerçekten, çağımızın eriştiği teknik imkanlarla ve en büyük bütçeli
araştırma fonlarının bile boyunu aşan kapsamlı ve zor bir insanlık deneyimine ışık
tutacak verileri de bize sunacak. (Bu durum bile başlı başına gelecekte güçlü
bir ütopya ve/veya distopya ihtimallerini hatırlatmıyor mu?)
Bu oldukça geniş
bir konu ve yeri geldikçe devam edeceğiz. Şimdilik meraklı okuyuculara geçmişte
izledikleri bilim-kurgu (ütopya) filmlerinde öngörülen teknolojileri de aşan
bugünün imkanlarını düşünmelerini öneriyorum. Bunlar kadar yaygın bir tür de
malumunuz distopik filmler. Bunlardan Peter Weir’in yönettiği 1998 yapımı Truman
Show’u izlemenizi, izlediyseniz tam sırası yeniden izlemenizi
öneriyorum.
Sanal ve
kurgulanmış bir hayatı yaşayan Truman’ın gözünden sahici bir hayat ve içten
insan ilişkileri özlemini anlatan bu filmi önermemizin sebebi, yazımızın
girişinde değindiğimiz insan ilişkilerinde kalitenin mutluluğumuz üzerine
etkilerini bize yeniden düşündüren karantina günleri deneyimimiz.
Şu ana kadar
gelen haberlere göre maalesef olumsuz gelişmeler daha fazla gibi. Bunlardan en
yakıcı olanı ise gelişmiş ülkelerde bile aile içi şiddetin ve bu kapsamda da
kadına yönelik şiddetin artması. İş dünyasına ilişkin haberler de bundan parlak
değil. Bazı araştırmalara göre evden çalışma bazı Batı ülkelerinde çalışanların
çoğu tarafından olumlu karşılanmış. Ancak bunun işverenlerce pek empatik
biçimde karşılanmadığı, evden çalışmada birçok ülkede çalışma saatlerini günlük
2-3 saat uzatan daha talepkar işveren tutumuna yol açtığı gözlenmektedir.
Harvard
araştırması bulgularının tam tersine ilerleyen bu yolun bir uyum süreci
sancıları olarak kalacağını umuyoruz. Ancak, proaktif bir tutum olarak gelin bu
süreçte edindiklerimizi (hiç olmazsa yakın çevre ilişkilerimiz için) kalıcı bir
kazanıma dönüştürecek farkındalıklara odaklanalım. Hepimizin dileği salgının
bir daha geri dönmemesi elbette. Bununla birlikte, önümüzdeki yılların büyük
bir dönüşüme yol açması halinde, (robotların işsizliği arttırmadığı) iyimser
tahminlerde bile çoğumuzun daha az haftalık çalışma saati ile karşılaşması
muhtemel. Boş zamanların artması, meşgulken yeterince farkına varmadığımız
zaaflarımızı ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda Mahşerin Dört Atlısı başlıklı
egzersizi denemenizi ve deneyiminizi yazmanızı özellikle öneririz.
Mahşerin Dört Atlısını Fark Etmek
a. Eleştirileri yönetmek: Eleştiri de yaşamın bir parçası. Eleştirirken
veya eleştiri alırken duygulu olun, duygusal değil. İkisi çok
farklıdır. Duygulu eleştiri empati odaklıdır, “hep kendini düşünüyorsun”
veya “her zaman inatçısın!” gibi keskin ve genellemeci dil içermez;
Duygusal değil duygulu davranmak ise suçlama (sen dili) yerine empatiyi
uyaran bir dili (ben dili) tercih eder.
b. Aşağılama: Yukarıdaki bakış açısını temel aldığımızda, bu bir
eleştiri bile değil, saldırganlık içerir. Alay etmenin, dinlerken
of-pof etmenin, lakap takmanın … savunulabilir bir tarafı yoktur. Bu ruh
halindeyken bırakın eleştiriyi konuşmayı bile denemeyin ve yukarıdaki önerimize
dönün.
c. Sürekli savunmacı tutum takınmak: Bir eleştiri aldığımızda hemen
kendimizi savunmaya odaklanma eğilimindeyiz. Bu sırada kendi hatamız veya
sorumluluğumuzu kabul edip düzeltme yoluna gitmekte zorlanırız. Eleştiriyi
kabul etmek gerçekten zordur, ilk refleks olarak bunu kişiliğimize bir saldırı
olarak algılarız. Bu ise bizden şikâyeti olanı daha da kızdırır, sorumluluktan
kaçtığımız izlenimi verir, anlaşmazlık büyür. Oysa eleştirileri yönetmeyi
öğrenmek bizi bu verimsiz ve yıpratıcı durumdan kurtarır. Derin nefes alıp, pür
dikkat dinlemeye odaklanın. Önce muhatabımızı gerçekten anladığımızda,
daha önemlisi ilk refleksle yeni yanlış anlamalara yol vermediğimizde süreci
idare etmek ve hatta eskisinden iyi bir duruma çevirerek sorunu tatlıya
bağlamak bile mümkün. Bu arada, gerekiyorsa içtenlikle özür dileyin.
d. Etrafına Duvar Örmek: Bazı insanlar ilişkilerinde bir sorun
yaşadıklarında, kendini ilişkiden çekip adeta etraflarına duvar örerler. Aniden
sessizce evden veya ortamdan çekip gitmek, küsmek v.b. ilişkilerde özellikle
tahrip edicidir. Sorunları biriktirir. Muhatabımız ise kendini reddedilmiş veya
terk edilmiş hissedecektir. Bunların yerine yukarıdaki önerdiklerimizi dikkate alarak,
yapıcı konuşmaya odaklanın. Her şey bir anda çözülmese bile en iyi seçeneğin bu
olduğunu göreceksiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder